Bir Afazi Vakasının Serzenişi: İçimizden Biri / Celal Burak Güngören
Afazi: İnmeye Bağlı Dil ve Konuşma Bozukluğu: Beynin sol yarım küresindeki lisan merkezlerinde meydana gelen bir hasar sonucunda ortaya çıkan bir lisan bozukluğudur.
“Afazi’de dil terapisi, performansın zayıf olduğu dil veya biliş moduna, uyaranın bir zorluk hiyerarşisi içinde tanıtılması, beynin uyarılması ve öğrenilenin gerçek yaşama transfer edilmesi şeklinde gerçekleşir. Terapinin amacı; bireyin edinip kaybettiği dili, tedavi ve eğitimle tekrar yapılandırmaya ve düzenlemeye çalışmak, dili klinik bir oda içinde değil, yaşam içinde onarmak olmalıdır. Terapi sonunda iyileşme, hastanın uyarana gösterdiği tepki davranışı değil, günlük yaşam içindeki spontan ve amaçlı sözel ifade kullanımı olmalıdır. O halde, afazi terapisi sadece dil işlevine sınırlı kalmamalı, afazik hastanın olumlu tutum kazanmasını sağlamalı, moralini arttırmalı, sosyal ilişkilerini sağlamalı, özrüne bir bakış açısı kazandırmalı, iyimserlik, duygusal tutarlılık ve kabul duygusu geliştirmeli, bireye özgü hazırlanmalı, gelişime ya da başarısızlık sinyallerine göre devamlı elden geçirilmeli, sosyal, dilsel, nörolojik gereksinimlere cevap veren yaratıcı bir süreç olmalıdır. Kısaca, afazi terapisi; hastanın kişisel, duygusal, sosyal, ailevi ve mesleki yaşamında felcin getirdiği hasarın etkilerini azaltabilmektir.” (Hegde, 1996)
Biraz kendinizden bahseder misiniz? Yaşadıklarınızı anlatır mısınız? Afazi durumuna nasıl geldiniz?
Başlangıçta yaklaşık 12 yıl süren bir ticaret yaşamım vardı. Şu an 33 yaşındayım ve 5 yıl önce rahatsızlandım. O zamanlar bir dükkânım vardı. Akabinde bir dükkân daha açtım. Daha sonra toptan satışlara geçtim. Hatta yurtdışından mal getiriyordum. Gedikpaşa’da terlik işi yapıyordum. Her şey güzel gidiyordu. Benim için ticarette başarı güç demekti. Fakat her şey insanın istediği gibi gitmeyebiliyor. Yavaş yavaş ticari hayatım bozulmaya başladı. Zamanla stres başladı. Sırasıyla dükkânlarım tek tek elden çıktı.
Bir gün Üsküdar’da tek başıma oturuyordum. Bir stres hali oldu. Sonra arkadaşlarla beraber kahvaltıya gittim. Klimalı ortamda biraz rahatladım. Ama hemen sonra kusmanın eşlik ettiği bir kalp spazmı geçirdim. Hemen hastaneye gittik. Siyami Hersek Hastanesinde 17 gün yattım. Alkol, sigara yoktu. Anjio temizdi. Daha sonra, Anadolu’ya gittiğim zamanlardı. Bolu’da otelde kaldım. Kastamonu’ya geçtim. Devamlı stresim vardı. 1 hafta sonra Siyami Hersek’e kontrole gittim. Yine bir şey yoktu. Fakat ticaret dip yapmaya başlamıştı. Çok sinirliydim. Çeklerim dönmeye başlamıştı. Tahsilat yapamıyordum. Bir gün Şişli’de iken bir mesaj aldım. O mesaj beni çok etkilemişti. Şişli’de o mesajı okudum ve yere düştüm. Mesaj kul hakkıyla ilgiliydi. İnanç sahibiyiz sonuçta. Çok üzülmüştüm. Direkt eve gittim. Birkaç gün sonra da nişanım vardı. Koltukta otururken elim uyuşmaya başladı. Rahatsızlandığımı anladım. Hemen duş almak istedim ama kalkamadım. Çünkü beyin kanaması geçiriyormuşum. Yakınlarım yanımdaydı, ambulans çağırdılar ama kabul etmedim. Yarım saat sonra hastaneye babamın teklifiyle kendim gittim. İki gün Numune Hastanesi’nde kaldım.
Hastalandıktan sonra başlangıçta başka nörolojik sıkıntılar da oldu mu?
Algılama problemim oldu. Karşındaki insanı anlayamıyorsun. Açık kalp ameliyatı olmuştum ve sonrasında bir emboli (pıhtı) attı beynime. Algılama problemim oldu, işitme sorunum yoktu.
Hafıza probleminiz oldu mu? Aileniz ya da çevreniz bu durumu nasıl karşıladı?
Keşke öyle olsaydı, her şeyi unuturdum. Okuma yazma vardı. Müzik yapabiliyordum. Fakat söyleneni anlayamıyordum. Anlamlandıramıyordum. Asıl konu buydu.
Somut olarak neler yaşadınız?
Doktor bana ismimi soruyordu. Ama ben onun ne dediğini anlamlandıramıyordum. Ben de Fenerbahçeliyim dedim!.. Dayım bana parmağını göstererek bu kaç diyordu. Ben onu algılayamadığım için, acaba bu parmağı emmem mi gerekiyor yemem mi gerekiyor diyordum. Kendi kendime “neden neden neden!” diyordum… Neden anlayamıyor ya da anlamlandıramıyorum?
Eve döndüğümde ilk defa bulutları gördüm ve yeni bir dünya doğdu benim için… Çünkü üç boyutu algılayamıyordum. Evde, anneme oturmak istediğimi söyledim ve oturunca bulutu gördüm, üç boyutu görmeye başladım ve kendi kendime “ohh, ohhh!” dedim. O gerçekten insana verilmiş çok kıymetli bir şey…
Manzarayı yorumlamak gerekiyor ama yorumlayamıyordunuz, değil mi?
Evet… Daha sonrasında şöyle düşündüm. Dayım bana parmağını gösterdiğinde bu ne demek demiştim. Bu “bir” ama ben bir demeyi bilmiyorum ve “Elif” diyorum. Benim mistik tarafım da vardı. Elif, Kur’ân alfabesinin ilk harfiydi. Daha sonra “bir bir bir” dedim. Ailem çok şaşırmıştı… Ondan sonraki hayatım bununla başladı.
Dudak okuyarak mı yola devam ettiniz?
Evet, dudak okuyarak devam ettim. Bendeki “Broka Afazisi” idi. Bende konuşma sıfırdı. Okuma yazma sıfırdı. Hepsi sonradan düzeldi.
Doktorlar daha fazla bir şey yapamayacaklarını söylemiştiler. Ailem de bir an evvel düzelmemi istiyordu. Adeta beni zorluyordular. Hatta belki de rol yapıyor olabileceğimi düşündüler. Annem, dayım, benim için sürekli bir şeyler yapmak istiyordu ama nafile. Ben dinlenmek istiyordum o sıralar… Konuşma, yazma, okuma, hepsi etkilenmişti…
Anneme beni sitede gezdirmesini söylüyordum. Biraz yürüyeyim istiyordum. KBB, Nöroloji bana herhangi bir şey söyleyemiyordu. Afazi teşhisini bana 6 ay sonra söyleyebildi tıp… Bu arada ailem büyük beklenti içindeydi ve her şey bir an önce olsun bitsin istiyordu.
Anneme “anne” demeyi bilmediğim için “kız” diyordum… Annem ağlamaya başlıyordu. Ben anneme “sen kızsın” diyordum. Çünkü sadece saçlarıyla onu tanımlayabiliyordum zihnimde. Onlar da algılayamadılar durumumu… Mesela canım yumurta yemek istediğinde anneme bunu “yumurta” diye tarif edemediğim için eski bilgilerimden benzerlik kurmaya çalışıyordum. Mesela yumurta için “bili bili” diyordum. Sonuçta onu markete götürüyor, orada yumurtayı göstererek sonuç alabiliyordum. Onlar bana kızıyordu, ben onlara gülüyordum. Aksi halde çaresiz kalıyordum.
Yüz ve mimikleri okumayı denediniz mi mecburen?
Evet, yaptım bunu.
Toplumda sizce bu rahatsızlık yeterince biliniyor mu? Farkındalık var mı? Nasıl farkındalık oluşturabiliriz?
Kesinlikle farkındalık sıfır… İlk önce aile olarak düşünürsek, onlar “rahat konuş, her şeyi bitir, çabuk ol” diyordular. Ben ise sakin bir şekilde devam etmek istiyordum. Kendim için yapmak istediğim şeyler vardı. GATA’da da fizik tedavi gördüm.
Şu an televizyonun sesini açtığımda duyuyor ve algılıyorsunuz, değil mi?
Algılıyor, duyuyorum, anlıyorum.
Başlangıçta anlayamıyordunuz değil mi?
Başlangıçta Türkçe ya da başka dil, hiç anlayamıyordum. Yani sizin söylediklerinizi seri bir şekilde anlayamıyordum ama kendi içimde bir şeyler düşünüyordum. Sonunda hayatımda hiçbir değişiklik yapmamaya, hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye karar verdim. Yeme dediklerini yemeye, içme dediklerini içmeye karar verdim.
Hayata tutunmak istediniz?
Aynen öyle… Mesela annem, siteye gitme diyordu. Ben ise o yanımda yokken, hemen kapıya kadar, sonra asansöre kadar, sonra merdivene kadar yürüdüm. Kendime özgüvenim müthiş artmıştı. Efsane gibi… Merdivene kadar geldiysem havuza kadar da giderim dedim ve paytak paytak yürüyerek havuza girmeye karar verdim ve sonunda havuza attım kendimi. Her şey olabilirdi, yeni ameliyatlıydım. Dikişlerim duruyordu hâlâ. Boğulabilirdim de; ama ben tutuna tutuna havuzda devam ettim. Annem beni balkondan gördüğünde şok olmuştu… Öbür gün doktora anlattı olanları. Doktor, rahat bırakın dedi. Doktora da önlüğüne bakıp “beyaz” diyordum. Saçına bakıp “sarı” diyordum. Doktorun adı beyazdı, sarıydı benim için… Sakatlanan futbolcuların havuzda tedavi olduklarını görmüştüm. Ben de havuzda yürümeye başladım.
Şimdi de yürüyor musunuz havuzda?
Evet, zaman zaman…
Sonra…
Sonrasında evde devamlı sinema izledim. İngilizce film izledim.
Niçin İngilizce?
Çünkü Türkçe algılayamadığım için ağlıyordum. Kasmak zorunda kalıyordum kendimi…
İngilizce filmi algılayabiliyor muydunuz?
Hayır, zaten o yüzden İngilizce izliyordum. Nasıl olsa anlayamayacaktım. Bundan da rahatsızlık duymuyordum ama filmin senaryosunu izledikçe anlıyordum. Hatta aynı filmden başka senaryolar bile çıkartabilirdim… Çünkü ben anlamlandırıyordum izlediklerimi…
Sizce her toplumun mimikleri aynı mı?
Değil tabi ki… İnceledim onları… Mesela hareketleriyle “Ben buraya gidiyorum.” diyor. O adamın kafasında ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorsunuz. Ben o filmi bilmiyorum ama kendi kafamda film yapıyorum adeta… Belli bir zaman sonra o filmlerin özetini çıkartıp anlatacak hale geldim.
Bestelerin üzerine yeni güfte yazmak gibi…
Aynen öyle…
Toplumda karşılaştığınız zorluklardan bahseder misiniz?
Arkadaşlarım da beni gezdirdiler zaman zaman, sağolsunlar. Ben zamanla otobüs duraklarına gitmeye başladım. Durakta oturup sanki bir yere gidiyormuş gibi hayaller kuruyordum. 15 gün buna devam ettim. Otobüslere bakarken normalde okuyamıyordum. “Üsküdar” yazısını okumaya başladım. Ağladığımı hatırlıyorum. O kadar güzel bir şey ki… 15 gün sonra Üsküdar’a kaçmaya başladım. Annemler nereye gittiğimi sorunca cevap veremiyordum. Ya da “orası” diyordum, orası işte… Sonunda bunun da yolunu buldum ve gittiğim yerlerin fotoğraflarını çekmeye başladım. Anneme çektiğim fotoğrafları gösterdim. Artık konuşmama da gerek yoktu. Eski evlere, camilere, kapı anahtarlarına bakıyordum. Sevdiğim yerler vardı gittiğim… Mücadele ediyordum… Doktorlar bana baston teklif ettiğinde reddettim. Çünkü düşeceksem kendim düşmeli, kalkacaksam kendim kalkmalıydım. Ben içimde kendim odaklanmıştım bir kere. Artık insanlardan da incinmiyordum.
Fotoğraf çekme çözümünü kendiniz mi buldunuz?
Evet, kendi arayışlarımdan… Sen ne kadar hayatta kalırsan o kadar çözüm buluyorsun. Diyelim ki acıktın, “Garson!” diyemiyorsun, yabancı biri gibi rol yapıyorsun… Öyle istiyorsun… Bir bakıma artistlik gibi…
İlginç ve çarpıcı hatıralarınız var mutlaka…
Evet, Kadıköy’de spora gidiyordum. Kulaklık takıyordum. Başkaları benden bir şey istemesin, bana dokunmasın, bir şey sorarsalar elimle “müsait değilim” mesajı veriyordum, aynen Japonlar gibi… Spor salonunda spor yaparken de kulaklık takıyordum, sırf iletişim sorunu olmasın diye… Arkadaşlarım aradığında telefonla tam olarak cevap veremiyordum.
Dalgın bir şekilde yolda yürürken tam karşımdan taksi geldi. Az daha bana vuracaktı. Durakladım. Işıklara baktığımda geçiş hakkı taksicideydi. Elimle “Tamam haklısın sıra sende…” anlamında işaret ettim. Ama çok kötü bir şey oldu o anda. Elimde değil, dudak okuyordum ve taksicinin bana ağır küfürler yaptığını dudaklarından okudum. Öfkeyle taksinin kapısını açtım ve elimdeki şişeyi çoktan kırmıştım bile. Direkt taksicinin boğazına dayadım kırık şişeyi. Elim boğazındaydı ve gardımı almıştım. İlk sözlerim “Senin bir çocuğun var mı?” idi. Taksici korkuyla “Var.” dedi. “Ama benim yok.” dedim. Az daha kötü bir şey olacaktı ama zorlukla kendimi frenledim. “Burak, sen bu değilsin.” dedim kendi kendime. Yaşadığım en acı hatıralardan biriydi bu… Ama en önemlisi ilk defa akıllıca net bir şekilde düzgün bir cümle kurmayı da başarmıştım. “Senin bir çocuğun var mı?” “Ama benim yok.” cümleleri ilk düzgün kurduğum cümlelerdi.
Zamanla mimiklerimi çok iyi kullanmayı öğrendim. İzlediğim filmler nedeniyle sinema ve tiyatro sanatçısı gibi olmuştum. Ama mimik okuma nedeniyle insanlardan soğumaya başlamıştım. Çünkü ancak bunları algılayabiliyordum. Karşımdaki insan bana bir şey demeden, mimiklerini okuyarak hemen mimikle cevap verebiliyordum.
En büyük destek ve motivasyonunuz nedir?
Benim için önemli olan karşıdaki insanın enerjisini almak… Özellikle hekimlerde bunu görmek istedim. Çünkü hem afazi hem epilepsim var. Bana yardımcı olun demiyorum, ya da artı bir şey istemiyorum. Sadece anlayışlı davranılmasını istiyorum. İş hayatımda tam verimli olamadığım için bir nebze vicdan yaptığımı söyleyebilirim.
Duygularınızdan bahseder misiniz? Son olarak ne söylemek istersiniz?
Evet, “Herkes, herkesi sevsin…” diyorum…


























